Phases of Thought

Phases of Thought
Phases of Thought

16 Aralık 2010 Perşembe

Tek Sıkımlık

İşssizlik aldı başını gidiyor. Eylemlere katılıp yumurta atmaktan, biber gazı ve cop darbelerinden nasibimize düşeni almaktan başka çok da alternatifimiz yok. Beni rahatsız eden bu makro problem de değil. Bunun akabinde ve devamında yer alan gündelik hayata ilişkin iç burkan detaylardan biri var. İş görüşmeleri ve bu görüşmelerde senin hakkında hüküm veren, ekmeğinle oynayan insanların doğurduğu faşizan dünya bakışı.

İş hayatı denk güçlerin kapıştığı alandır. Ya da besiye çekilip sikleti tuttuğunda ringe çıkabileceklerin gladyatörlerden feyz aldıkları arenadır. Bunun dışındakilere arenanın kapısı kapalıdır. İçerdekiler avcıdır. Gladyatörler misali birlikte oturup birlikte kalkar ama arenaya çıktıklarında ölüm kalım savaşı verenlerdir. Kapının dışında kalanlar ise avdır. Hayatta kaldıkları sürece nice avcıların şovlarını ibretle izlemek, başka avcıların belki tenezzül etmedikleri, görmedikleri kadar önemsiz olmak kaderleri olacaktır.

İş mülakatlarinde karşındaki kafa sallayan otomatikleşen insan müsveddesi seni kategorize eder. Sosyal ilişkilerinde aktif, girişken, dominant bıdı bıdı diye ufak notlar alır senin sınıflandırmana ilişkin. Empati kurmaktan aciz “iş profesyonelleri” insanların cemaziyülevvellerini bilirmişçesine ahkam kesmekte kendilerinde beis görmezler. Eeee ne de olsa aynı çevrenin insanlarıdır bunlar. Bektaşi’nin dediği gibi herkesi kendileri gibi bilirler.

Neden beynini aldırmış gibi yaşayan veya aileden tuzu kuru yavşak insanların iş hayatında tercih edildiğinin de cevabı bu insanlardır. İçleri boş olmuş olmamış uzun vadede kapının dışındakilerden daha iyi olup olamayacakları tartışılmadan profilden kazanırlar bunlar. Görüşmede özgüvenle sırıtır, kaypakça teklemeden konuşurlar. Onlar için her şey basittir. Hep ne yapar ne eder hallederler. Allem eder kallem eder alltan girer üstten çıkar kendilerine hayran bırakırlar. Korkuları yoktur. Hayatta kendilerine açılacak sonsuz tane kapı, statü sahibi ailesinin çevresi ya da okuduğu okulda bir süre etrafı süzdükten sonra kendisine benzer aurayı paylaştığı hijyenik insanlar çevresinde çoktan cemaatleşmeye başlamıştır bile.

Kapının dışında kalan öyle midir. Hayatta hep namlusunda tek atımlık mermiyle dolaşmaya alışmıştır. Boş teneke gibi çok ses çıkarmaktansa son mermiyi atacağı doğru yeri tespit etmek için hep etrafını dinlemiştir. Heyecanlı anlarda mermiyi atacağı hedefi şaşmamak için nefesini tutmuş, kendi iç sesini bile susturmuştur, nefesini tutarken yaşadığını unutmuştur. Bu adam için her mülakat merminin namluya sürüldüğü andır. O empati yoksunu iş görüşmesini yapan çakma hümanist kafasını sallayıp seni anladığını ifade ederken sadece seni kafasındaki kriterlere göre bir kalıba oturtturabilmesinden dolayı kendisini onaylamaktadır. Ne de olsa seni anlama kaygısı yoktur, sadece kendi mezun olduğu üniversitelerinin psikoloji, ÇEKO bıdı bıdı bölümlerine girerken ileride mesleğinden ve gelişiminden bağımsız bir şekilde hayatını sürdürebilecek rahatlığa daha lise yıllarında kantinde 2 hamburger 1 kola diğer teneffüslerde de sosisli yerken ertesi gün cebinde kalacak harçlık miktarını düşünmeyecek arkadaşlarının profilindeki adamları aramakla mükelleftir.

Oysa o an karşısında duran ve burun büktüğü daha beşinci dakikada “bu pozisyona bu olmaz” diye yaftaladığı, yekten kestirip attığı adam öyle midir? Kantinde ötekiler bir şeyler alırken kuyruğun arkasında sınırsız sayıdaki tüketim alternatifini kafasından geçirmektedir. Öndekiler kuru kalabalık içinde “ses çıkarırken” o arkada susmaktadır, düşünmektedir. Tıpkı şu an karşında olduğu gibi. Hayatının sürekliliği içerisinde küçük hesapların adamıdır, sabahları okula kaç aktarma ile minimum maliyete giderim diye düşünürken, beğendiğiniz “aksiyon insanları”, “proje üretici yaratıcı insanlar” dolmuşa binme “fikrini ortaya atmakta” hiç sıkıntı çekmezler.

Kapının dışındaki sustukça içine dönmüş, içine döndükçe hayata bakış açısı daralmış, beklentisi azalmış kaderine razı olmuştur. Neyin nasıl olduğunu çok iyi bilse bile hayatı boyunca çektiği kaynak sıkıntısı mülakattaki “şöyle bıdı bıdı sikko bir durumda ne yapardınız” sorusuna normal koşullar altında geçerli olacak farazi cevabı vermesine engel olur. Susarken kafasından yıllar yılı yaptığı küçük hesaplar geçer. Her cümlesine “mümkünse, fırsat verilirse” diye başlaması kalem tutan muktedirin elinde bir eksiye daha dönüşür. Hayata ilişkin tanımladığı her “condition” a karşılık avcımız tek alternatifle yaklaşır. Hep “sonuç odaklıdır”. Lisede kol gibi maliyetli ödevlerde babası hemen gerekli malzemeyi tedarik etmiştir, dersten beş almak boş kaleye gol atmak kadar kolay olmuştur. O yüzden onun kitabında “duruma göre” davranmak davranışı gelişmemiştir. Bir türlü istediğini almayı becerme tavrı gelişmiştir. Nitekim o odadan bakkaldan sakız alır gibi işi alır çıkar.

Sözüm sana. Bırak o tuttuğun nefesi artık. Yetmedi mi düşünmenin sessizliği. İçine sindikçe korkuyor, korktukça daha da siniyorsun. Kaybedebileceğin ne kaldığını düşün, düşün de son mermini sık artık.

Ya hedefi vurursun ya da mermi senin yerine sessizliği yırtar geçer, tıpkı acı feryât gibi.

4 yorum:

  1. Bıktırdılar iyice, ne kalabiliyoruz ne gidebiliyoruz, özgürmüşüz gibi mahkumuz...

    YanıtlaSil
  2. Dayandım olmadı. Çek silahımı vur elim belime varmıyor...

    YanıtlaSil
  3. "Sessiz atın çiftesi pek olur". Ah o mermi bir patlasa kafalarında ne güzel olur...

    YanıtlaSil
  4. "Beynini aldırmış gibi yaşayan veya aileden tuzu kuru yavşak insanların iş hayatında tercih edildiğinin de cevabı bu insanlardır" Hep merak ederdim, şimdi yanıtı buldum sanırım.

    YanıtlaSil