Phases of Thought

Phases of Thought
Phases of Thought

28 Eylül 2010 Salı

Al Beni!

Ne günlere kaldık, adamı göstere göstere "karısının koynundan alırız arkadaşım" diyorlar.

Hanefi Avcı, geçmişi ile derin devletliği ile hakkındaki suçlamalar; günahları ile sevapları ile devletin, emniyetin tarihine adını yazdırmış önemli kişilerden biri. Önemli dediğime bakmayın kendisinin durumunu en doğru "taşşaklı adam" tabiri açıklamaktadır. Gelin görün ki artık iktidardakilerin gücü hangi düzeylere çıktıysa "taşşaklı" denilen adamlar bile bir gaspçı ile aynı rahatlıkta göz altına alınabiliniyor.

Kendisi kitap yazdı, belki onların adamı belki değil. Belki gerçekleri açıklıyor, belki dezenformasyon peşinde. Bilinmez. Öyle ki bugün göz altına alınışı ile tam bir sansasyon yarattı.

"Beni göz altına alacaklar." dedi. Almaya geldiler, bekliyordu şaşırmadı ama sebep göstermemişlerdi. Sokaktan tincerci toplar gibi alıp götürdüler. Hem de tüm bunların odağında yazdığı birilerini afişe eden, yapılanmalarını deşifre eden kitap sebebiyle.

Eskiden şaşırırdım en olmaz denilenlerin olmasını artık kanıksadım, eskiden olsa "benim gibi önemsiz bir adamı niye alsınlar ki" derdim içimden. Şimdi bakıyorumda kapı çalsa "bizimle karakola kadar geleceksin." deseler şaşırmam herhalde. İçimden geçenlerin tercümanı mı o da aşağıdaki video olsun...

26 Eylül 2010 Pazar

Aşk mümkün müdür hala?

"Kutumda küçük hissediyorum" dedi dolgun dudaklı sırma saçlı güzel kız. 10 saniyede bir o güzel yüzü ekrana geldikçe orada sadece görsel bir figür olarak durduğu belli oluyordu. Aptal-güzel rolünü de çok güzel oynuyordu doğrusu. Büyük açtığında dudaklarını öne doğru büzüp sahte üzülmeler, sahte telkinler ve sevinçler... Cinsi sinyaller gönderiyordu süper-abazaların beynine: "Yavrum kutun küçücükmüş ben de büyük var bitanem!"

Program hosteslerini mastürbatif malzeme olarak kulandığımız zamanlardı. Mükemmel figürlerdi ekranlarda. Zavallı, biçare, yardıma muhtaç aileleri bulur, bir hafta süreyle ekranlarda herkesin önünde maymunluk yaptırırlardı. Bağrı kıllı babalara çubuklarla top çevirtirler; milyon tane kelimeyi ezberletirlerdi. Kitleler ekranlara koşar bu insanların para uğruna şebekliklerini izler, sevinç ve gözyaşı birbirine karışırdı.

Bir fener muhtaç bir aileyi kovalayıp duruyordu. Onların acizliğini aydınlatabilmek ekran önünde onlara para teklif edebilmek için. Büyük bir takip yaşanıyordu. Aile kaçıyor fener onları kovalıyordu. Sonunda yakaladılar aileyi. Aile reisi bu kainat üzerinde söylenebilecek en güzel sözleri sarfetti: "Gidin buradan, bari fakirliğimizi onurumuzla yaşatın bize!"

Dün gece bir kadın tüm hayatını üç kuruşa sattı ekranlara. Hem de çocukların gözleri önünde. İyi bir yaşamı olmamış, iki çocuğunun kocası terk etmiş onları , o kadar acizmiş ki çocuklarını bile yıllardır görmemiş adam...

Açlığımızı, acizliğimizi onurumuzla dimdik ayakta yaşadığımız zamanlardan para uğruna hayatımızı umarsızca ifşa ettiğimiz zamanlara. O kutuların içerisinde mükemmel hayatlar var aslında; kitaplara girse, dilden dile dolaşsa, ölümsüzleşse ama olmuyor işte bir saat içerisinde tüketilip atılıyor. Yeteri kadar insan tarafından tüketilmez ise eğer bu muhtaç insanlar o üç kuruştan da oluyor. Geldiğimiz yer burasıdır işte.