Phases of Thought

Phases of Thought
Phases of Thought

9 Ocak 2012 Pazartesi

OTAR

Bir yanımız uçurum, öbür taraf dim dik yar;
Geri dönmek imkansız, çünkü bu yol pek de dar.
Gideceğiz napalım, yettiğince gücümüz;
Bir gün bu yol bitmeden, biter zavallı Otar...
İsmail Otar (1982)

28 Aralık 2011 Çarşamba

Ah

Ah, tanımasam da
Konuşamasam da
Gülerek bakarken bana
Sahilden adaları izler gibi
Susup konuşmadan
Sıkılıp usanmadan izlesem seni
Güneşli havaların denizi parlattığı gibi
Nur cemalin gönlümü aydınlatsa
Sevmek ibadet olsa gerek seni
Adı tapılacak kadar güzel olan kadın

12 Aralık 2011 Pazartesi

Amor Fati

Gidesim geliyor
Öyle çok uzak mesafelere değil
Kendimden uzaklaşsam yeter
Mesela evimden çıkıp tanıdığım sokaklarda
Kendimi bilmeden bir yabancı gibi yürümek
Ağzımda sigaram, başım düşüncelerden duman
Kalbimse batık bir gemi misali ağır, yoğun
En koyu maviliklerde kurtarılmayı beklercesine

Gidesim geliyor
Nereye varacağımı bilmeksizin
Sonunu  bildiğim yollarda
Her defasında kaybolma
Ya da tanımadığım yerlere varma ümidiyle

Gitmek de çare değil
Bildiğim yollardan bilmediğim yerlere
Zamanı unutsam da
Aynaları kırsam da
Lal misali susup sesim çıkmasa da
Kör olup bu gözlerle görmesem de
Biliyorum ki içimdekiler benimle beraber
N'aparsam yapayım
Nereye gidersem gideyim
O bırakıp gitmeyecek
Beni “ben” edecek içimde tüm sessizliğiyle

9 Ekim 2011 Pazar

P.O.V

Köşeye sıkışmış hissettiğim anlardan birindeyim. Cipralex 10 mg da olmasa zihnim pili biten kumanda gibi tutukluk yapacak, sinyaller kesikli gelip gidiyor. Değişik anlarda yazmak üzere tuttuğum notlardan birine sığınma ihtiyacı duydum. Zihni mastürbasyona ihtiyacım var kısacası. Yağmur da başlamış dışarıda. Tam da benim havalarım. Uzun zaman sonra silkelenelim, pasımızı atalım.

Yaşam algımız ve yaşama bakış açımız, bunlardan mütevellit şekillenen hayatımız temel olarak aile (kendilerine benzer bireyler yetiştirmekle yükümlü en küçük insani birim), eğitim (aslında okul adı altındaki resmi beyin yıkama merkezleri) ve sosyal çevre (kendinden başkasını ötekileştiren faşizan toplama kampları) üçgeninde yapılanmaktadır. Felsefi açıdan insan zihni deneyciler tarafından "tabula rasa" olarak boş bir levha gibi nitelendirilmekle birlikte, bu boş levha bu üçgende levhanın esas sahibine telif hakkı ödenmeden yaz boz tahtasına dönüştürülür. Bireyin, zihninin üzerinde kalan boşlukları doldurmak için çok ufak bir inisiyatif kullanma yetisi vardır. Bu bağlamda birey ne kadar deneyimleyerek öğrenmeyi ve hayatını şekillendirmeyi denese de çabası inşası tamamlanan bir binanın duvarlarını boyamaktan öteye geçmeyen bir çalışma olarak kalacaktır.

Hayatı deneyimlemek, cesur olmak ve öğrendiklerinden "ben"i yaratmak, (aslında eskisini üzerine yeni fonksiyonlar tanımladığımız için mimari açıdan "ben"in renövasyonu da diyebiliriz) kişinin bulunduğu noktadan hareket etmesini veya statükoyu bozacak şekilde bakış açısını değiştirmesini gerektirmektedir. Bulunduğu yeni noktadan baktığında o güne kadar alışageldikleri karşısında bireyin şok yaşayacağı bakidir. Filmlerdeki köyden kente gelen genç kız tiplemesi aslında bu durumun vücuda gelmiş en belirgin halidir. O güne kadar gördükleri ve beyninin yorumladıkları ile o günden sonraki dünyası tamamiyle farklıdır. Değiştirdiği bakış açısı zamanla öğrenmesine sebep olur ama film boyunca onun köylülüğü hep suratına vurulacaktır.

Bakış açısını değiştirmek kişinin kendisini değil ardından gelecekleri etkiler. Kişi, bakış açısını değiştirene dek "olmuştur". "Tabula rasa" bekaretini çoktan yitirmiş, bireyin vurduğu fırça darbeleri koyu tonlara gölge düşürmekten öteye geçememektedir. Bakış açısı değiştirildiğinde algı organlarıyla yakalanıp beyin tarafından anlamlandırılan yeni realiteler ile beynin geçmişten beri üretegeldiği fikir, duygu ve inançlar arasında kişi paradoksa düşer. Kişi, algıladıklarına bağlı yeni zihin mahsülleri  ile zihnine katman katman yazılanlar arasında bocalamaktadır. Kendi eylemlerini denetlemesi ve değiştirmesi hiç de kolay değildir. Bunu başarsa dahi filmlerdeki kentliliği öğrenmiş ama içine sindirememiş köylü kızlığını üzerinde taşıyacaktır. Dolayısıyla tutum ve davranışlarda değişimin doğal olarak gözlemlenebilmesi kendinden sonraki kuşaklara sarkabilecektir.

Statükoyu bozmak en zorudur. Çünkü birey bulunduğu sıkıcı ama güvenli limandan asla ayrılmak istemez. Velev ki zoru başarıp demir aldıysa da, engin denizlerde yol aldıkça, her yeni liman karşısında ayrıldığı limanı hatırlayacak ve onunla kıyaslama yapacaktır. Ne de olsa liman dedikleri sadece onun o güne kadar yaşadığı değil midir?

4 Ekim 2011 Salı

Duman Altında

Gecelerimin sessizliğindesin
Şafağın maviliğinde, tan kızılındasın
Işıl ışıl İstanbul gecelerinde kadehimlesin
Dostlarla sohbette dudağımdasın
Seni yâr gibi çekmediğim zamanlarda içime
Varlığın yüreğimin üstünde
Aldığım soluğun yarenisin her nefeste
Ateşli bir dilber misali
Yakarsın dışımı da içimi de
Bilirim ölümüm de senden olacak
Soracak ahali "zorun neydi be adam"
O vakit kurşini sular berraklaşacak,
İçim dışıma vuracak,
Etrafına ateş püsküren bir dağ nefretiyle
"Sen yoktun, huzur yoktu, mutluluk yoktu
Bir tek hiçlik ve o vardı" dökülecek dilimden
Terk etmiyorum seni ya da edemiyorum,
Yoksa kara sevdalı gibi sana mı tutkunum
Yokluğun hiçliğime delalet
Yanarsın benim için kor alevlerde
Parmaklarımın arasında, ateşinle avunurum
Ve bu gece yine seninleyim,
Tıpkı sen ve dudaklarım gibi
Yanımızda kanun ve tanburun ayrılmaz birlikteliğinde

21 Eylül 2011 Çarşamba

Üç Noktam

"Sensizliği dinlediğim şu hazan gecesinde ruhum tüm ızdırabıyla kışı özlüyor."



Sen gittikten sonraki ilk yağmur bu. Hatırlarsın, yağmurlu günlerde açardık penceremizi. Çoşkumuz yağmurun sesine karışırdı. Bütün kainat meraktaydı birlikteliğimize. Gök gürler; dalgalar köpürür, öfkelenir; nehirler haykırırdı. Ama, ben kimseyle paylaşamazdım seni. Sadece, rüzgar bizim gizli saklı sırdaşımızdı. Rayihan rüzgarın sus payıydı. Rayihanı özledim...

Sen pencereye yanaşırdın. Ben ise uzaktan seni seyrederdim. Sigaran incecik parmaklarınla efsunlara bürünürdü. Gözlerin çizgi çizgi, incecik sicimlere dönüşürdü. O kadar ciddi üflerdin ki dumanını; seni havada oynaşan halelerden bile kıskanırdım.

Şimdi elektrikler kesik, kapkaranlık. Sensiz evimde hep birşeyler eksik. Biliyor musun, halen bıraktığın yerdeyim. Ayaklarım pervazda rüzgarla hoşbeşteyim. Rüzgar, rayihanı ve yaşanmışlıklarımızı taşıyor bana. Uzaklarda bir piyano sesi... O derinden gelen şuh sesini anımsatıyor. Sensizliği dinlediğim şu hazan gecesinde ruhum tüm ızdırabıyla kışı özlüyor ve dudaklarıma hep şunu fısıldatıyor:

" Bana Özdemir' in şiirlerini sevdiren kadın, Kadınım! İçime hapsoluyor adın."

24 Temmuz 2011 Pazar

An & Kadın

Rakı masasındasın deniz kenarında
Sohbeti hos gözleri bos bakmayan
Kadın gibi kadın türünden hatunlar fısıldaşıyorlar
Rüzgar efil efil esiyor
Rakının acılığını hissetmiyorsun bile
Yağ gibi kayıyor boğazından mi
dene usulca
Kadehler boş kalmıyor hiç
Mezeler on numara
Haydarisinden tut dalak dolmasına
Türk Ermeni Rum tadları
Masada önyargı, utanma, sıkılma yok
Herkes rahat
İlk intiba derdi bitmiş
Anın tadındasın artık
Demleniyorsun muhabbetle 
aşkla
Her geçen an ısdırap veriyor tadı damağında

Sabah olmuş akşamdan kalmalık var serde
Nasıldı akşam n'aptım derken
Koynundaki el burnundaki koku hatırlatıyor geceyi sana
O da uyanıyor seninle birlikte
Tüm gece birlikte de olsan yetmiyor
Dakikaların saniyelerin birlikte geçireceğin saliselerin hesabını yapıyorsun
Biraz daha dur biraz daha kal
Güneş yüzüne vuruyor, tek gözün kapalı yatakta açılmıyor
Ya da açmak istemiyorsun hayalin tadı damağında
Kal burada diyor
Mutfaktan tıkırtılar geliyor
Çaydanlık ıslık çalıyor
Çatal kaşık tabak tıkırtıları önceki geceden buselik makamındaki son şarkıyı hatırlatıyor
Elinde tepsi yanına geliyor
Yataktaki keyif gibisi yok onun da kalkası gündelik hayata karışası
Omlet tam istediğin gibi baharatlı
Peynir tam yağlı
Zeytin marine edilmiş
Çay desen kendinden önce kokusunu içirtiyor
Susmak yeter diyorsun dün konuştuklarımızdan sonra
Tebessümle, bakarak konuşmak sana da ona da yetiyor güneşli bir pazar sabah kahvaltısında