Phases of Thought

Phases of Thought
Phases of Thought

3 Eylül 2010 Cuma

Hedonizmin Noktacıkları

Cefa çeken nesiller bitti. Cefanın olduğu günler ise hala mevcut ve birileri bu cefayı çekmek zorunda ama artık kimsenin tahammülü kalmadı. Adanmışlık eski nesillerin lugâtlarında yerini aldı.

"Adanmışlık" ne kadar da ulvi, ne kadar da yüksek karakter gerektiren bir davranış olarak kulağa hoş geliyor; öyleki nesiller kendilerini bunun üzerinden cefa çekmeye alıştırdılar.
Para için, mal için, mülk için, çoluk çocuk aile için...

Hep başkaları ve yarınlar için cefa çekmeyi göze aldı bizden büyükler. Ya bugün ne değişti. Ne değişti de daha çok okuyan, imkânları daha fazla olan bizler daha yüksek değerler için mücadele etmeyi bırakıp "sikerler" demeye başladık.

Bugün işyerinde sigara molasına çıktığımda bu soru bir anda zihnimde belirdi. Bu sorunun nasıl zihnimde belirdiğine baktığımda belki de cevabın girişi mahiyetinde bir iki adım atmış oluyoruz. O an içimden geçenlere sebep olan yanılmıyorsam gün içerisinde masanın başında gençlikten harcanan 10 saat ve onun yarattığı yılgınlıktı:

- "Yerim böyle aşkın ızdırabını; 2 bira olaydı kafam dağılırdı."

O anda yaptıklarımın bana faydasızlığının yanında içeceğim biranın vereceği keyif vazgeçilmez gelmişti. İş, kariyer, gelecek gibi kavramlara olan inancın ve beklentinin yerini salt gerçekliğin almasıyla birlikte zaman çizgisinde yer alan anlık "zevk tepecikleri"nin çok da cazip geldiğini fark ettim. Öyle bir buhranik yaklaşım ki "carpe diem"in ötesine geçiyorsunuz. Günü yakalamak, anı yakalamanın yanında uzun vade planları olarak varlığını sürdürüyor.



Buzlu badem

Bir sonraki noktayı düşünmeme, sonsuz zaman çizelgesinde nokta değerler ile ilgilenmenin sebebi nedir dendiği takdirde "yüksek endüstri mühendisi" olmaya aday biri olarak biraz daha bilimsel yaklaşım sergileyebileceğimi inanıyorum. Cefa çeken bu adanmış nesillerin yaşamlarını fonksiyon olarak tanımlarsak, bu fonksiyonların önceki dönemlerdeki yaşam koşulları ve hayat standartları çerçevesinde sürekli ve her noktada türevlenebilir olduğu varsayılabilir. Yerel ve global maksimum - minimum değerleri hesaplanabilen bu fonksiyonlar çerçevesinde t zamanından t+1 e bakış açıları gelecek için yaşamayı anlamlı kılmaktadır. Günümüzde kendi yaşam fonksiyonlarımız ise çoğu aralıkta tanımsızdır ve türevlenebilir değildir. Bu durum da türevlenebilir olduğu noktaları ve dolayısıyla minimum ve maksimum değerlerin tespit edilebilmesini zorlaştırmakta, maksimumu gördüğümüz anda t anının tadını çıkarma eğilimi sergilenmesine neden olmaktadır; t+1 e ise sağdan ve soldan limitlerle yaklaşınca ortaya çıkıp çıkmayacağını bilemediğimiz sonuç umrumuzda olmamaktadır. Aynı zamanda minimum noktalarının da belirsizliği yaşam fonksiyonumuz üzerinde duygusuzlaşmamızı ve hissizleşmemizi gerektirmektedir yoksa her hesaplanamayan minimum değer global minimum hissi yaşamamıza neden olacaktır.

Önceki nesillerin bizden farkı ve avantajı hayatlarına ilişkin global maksimum ve minimum değerleri hesaplayabilmeleri ve hayatlarını ona göre yaşayabilmeleriydi. Bizlerse türevin sıfır olduğu her noktada duruma göre hareket ederek daha fazlasını bilmek, planlamak gibi beyhude çabalar sarf etmiyoruz. Belki de bu hedonist yaklaşımı zihinlerimiz bu belirsizlik sebebiyle geliştirmeye başlamıştır.

Sözün özü, o anda buz gibi bir biram olsaydı elimin altında lıkır lıkır boğazımdan aşağı süzülmüş olacaktı.

Yazık oldu Süleyman Efendi'ye.

Üstadlara Güveniyorum.

Merhaba Yoldaşlar,

Sizlere bir sorum olucak..Bana yol gösterirseniz sevinirim.

Elinizde Elif Şafak'ın son 10 kitabının nasıl trendle sattığını gösteren veriler var.Ve bu veriler anlamlı sonuçlar veriyor yeni kitap satışını tahmin etmek için. (yani belli bir kitlesi var ve bir belli bir trendle alım yapıyorlar.)

Ama sadece gecmiş veriyi kullanmak yeterli olmuyor daha iyi tahmin yapabilmek için.

Kitap 1
1. Gün : 1250
2. Gün : 1405
3. Gün : 950
.... 120. güne kadar gider.

10 Kitabında böyle gün bazlı trend verisi olduğunu düşünün.

Elif Şafak 11.Kitabını cıkardı. Kitabı çıkardıktan sonra veriler bize ulaşmaya başladı. 10. Günde 10 günlük veri 20.Günde 20 Günlük veri vs...

Elif Şafağın 11.ci kitabının trendini tahmin etmek için gecmiş verileri ve şuanın verisini kullanan bir stokastik istatiksel model var mı?.

2 Eylül 2010 Perşembe

RAY!

Müzik bir dindir. Kitleleri arkasından sürükler. Kişisel görüşüm dünyadaki refahın, barışın ve huzurun müzik sayesinden sağlanacak olması. “Music delivers everything” sloganı tabiriyle caizdir. Müzik üstlendiği herşeyi kitlelere taşır. Büyük bir kültür aktarıcısıdır. No one knows about Persian cats- kimsenin iran kedileri hakkında bi s.kim bildiği yok- isimli film bu felsefeyi izler. İran totalitarizmine indi-rock müziğiyle başkaldıran bir avuç insanı anlatır. Ama bugünkü konumuz bahsettiklerimden çok daha önemli!

Müzik bir dinse, serdar ortaç perygamberdir! Bu slogan yukarıda aktardığım slogandan daha güçlüdür. Kelimelerinden harflerine kadar hiçbir hata içermez. Konserleri gözlemlediyseniz siz de bana hak vereceksiniz. Konser alanını ve locaları dolduranların süründüğü kokular misk-i amber olarak gök kubbeyi doldurur. Taktıkları takılardan yükselen sesler ise uhrevi bir ortam oluşturur. Konser alanı bir mabedtir ve müridler konser sonrası ibadetlerini gerçekleştirmenin verdiği huzurla evlerine dönerler. Müridlerden kazanılan paralarla serdar her senenin haziran ayında dini yaymaya devam eder. Şarkılar sübliminal dimağımıza nüfus eden gizli anlamlar içerir:

Ben ne sana taparım ne seni ararım ne trip atarım
Sen ne beni oyala ne omuz ovala işime bakarım
Ben o nazı çekemem günaha giremem kötü söz edemem
Aşk bu kızıl ötesi yaralı müzesi hareket edemem
Acılarım heveste güneş açar aheste bir kapalı kafesteyim
Topu topu bi deste ara sıra bi besle iki nota bir besteyim
Seni çöpe atacağım poşete yazık
Bi sigara yakacağım ateşe yazık

Her sistem kendini çökerttiği gibi bu inanç sistemi de çökmekte ve daha güçlü yapılar ortaya çıkmaktadır. Müzik piyasasını yakından takip eden biri olarak bizi kurtaracak mesihi ilan ediyorum. RAY RAY KASIM! İlgilenenler bu ışık saçan ismi çeşitli motorlarda aratabilir. Oluşturduğu düşünce sistemi o kadar yoğundur ki, benim gibi güçlü ve parlak bir zihin bile halen içeriğini çözememiştir:

Ray salimalifiko
Ray malifalitiko
Ray ray ray ray
Samamama mamama
Loy loy loy loy

1 Eylül 2010 Çarşamba

düşün

Kimseye bir şey öğretemem, yalnızca düşünmelerini sağlayabilirim.
Socrates

29 Ağustos 2010 Pazar

Gökdelenleri boydan boya içine alan beyaz yakalılar

Kart bir lisans mezunu olan ben. Gerek mezuniyet öncesi gerekse mezuniyet sonrası birçok iş görüşmesine gittim. Bir çok trajikomik olayla karşılaştım. Hatta bir aralar aklımda “iş görüşmelerim” adı altında bir blog oluşturmak ve gelen reklam gelirleriyle aynı anda gelen topu klas bir voleyle doksana asmak istedim. İlk gittiğim iş görüşmesini hatırlıyorum. Uzun bir yol sonrası sıcak bir yaz günü takım elbisem sırılsıklam bir gökdelen-ofisin resepsiyonuna atmıştım kendimi. Lavaboya gitmem gerekiyordu. Kendileri bana yardımcı oldu. Lavaboya girdiğimde burnuma baharatla karışık bok kokuları geldi. İşte o günden beri üzerim bok kokuyor. Bu koku kahveyi bile saat yönünde karıştırırken ve kıravatını düzeltirken emrini yudumlayan(Redd 21, 2009) ofis çalışanlarının boklarını bastırmak için sıkılan baharatın kokusuydu. Nedendir bilmem ama bütün ofis gökdelenlerin tuvaletleri böyle kokar. Altındaki insanları ezip egolarını tatmin eden yöneticilerin, emeklerinin üçte birini vergi ödemek için sarf eden-doğuda bir damla bile vergi alınamazken- ofis çalışanlarının, özel hastanelerde şirketin ona sağladığı özel sigorta ile “ssk” lı olduğu için profesörler tarafından bakılmayan hastaların bir adım önüne geçen, aldığı parayla böbürlenen insanların bok kokusu... Geçen sene tanıştığım birisi bana liseli yöneticisinin gazabından kurtulmak için tekrar akademik hayata dönmek istediğini söylemişti. Eğitim hayatının son demlerini yaşayan ve stokholm sendromuyla tecavüzcüsüne tutkulu bir “ben” in tek avuntusu işte bu kardeşimin serzenişiyle gökdelenlerin sıvandığı boklardır. Boku gül kokan bi çare insanları tenzih ederim...