Phases of Thought

Phases of Thought
Phases of Thought

5 Kasım 2010 Cuma

5 Kasım

Devletlerin birbirini ezmeye çalıştıkları, ikinci dünya savaşında güçleri tükendiği için birbirlerinden hırslarını alamadıkları bir dünyada, kişisel özgürlüklerin ve fikirlerin tamamen kontrol altında tutulması gerektiğini savunan devlet anlayışıyla yoğrulan 80’lerde, Alan Moore ve David Lloyd anarşizme farklı bir bakış açısıyla yaklaşarak V for Vendetta’yı yarattı. 80’li yıllardan 1998 İngiltere’sine daha yıllarca soğuk savaş baskısı altında olacaklarına inanarak baktılar. Kafalarında canlandırdıkları dünyada hükümetler vatandaş devlet için vardır anlayışıyla, farklı fikirlerin yer almasına tahammül edemeyen bir yönetimle insanları ezmekteydi. Alan Moore’un yarattığı yakın gelecek İngiltere’sinde bu baskı toplumunda neler vardı başka? Toplumun koyun sürüsü gibi hareket etmesini sağlayan bu kontrolü belirli bir üst grubun eline veren neydi peki?

Korkunun Gücü...

V for Vendetta’nın vuruculuğundaki en büyük etkenler yansıttığı dünyadaki iyi olarak algıladığımızın savaştığı karşıt gücün kötülüğü ve bu kötülüğün akıl almaz gücüydü. Kötü neden kötüydü ve kime göre kötüydü? Sorunun cevabı basitti toplum aslında bir kötü görmüyordu. Toplum için bir kötülük yapanda yoktu o zaman. Çünkü toplum kendi elleriyle yaratmıştı bu imparatorluğu, kendi gücünü, tüm iradesini “büyük bir çoğunlukla” kendisi vermişti bir grup aristokrata. Toplum üst üste gelen felaketlerden bıkmış, bunalmış ve en temel iç güdüsüne, neslini devam ettirme güdüsüne yenilmişti. Salgınlar okullarında vurmuştu en savunmasız olanları. Ölüm sadece işten evine gitmek isteyenleri bulmuştu. Toplumda başlayan ölüm korkusu ve güven duygusuna olan hasret kendi özgürlüklerini teslim etmelerini sağlamıştı. Korkan insanlar kendiliğinden teslim etmişlerdi özgürlüklerini. O yüzden bir kötü yoktu, kötü olduğunu kabul etmek olanlardan kendini sorumlu tutmak demekti.

Sadece gözü kapalı olmayana, sorana, düşünene ve sesini çıkarana vardı kötü. Özgürlüklerini geri isteyen farklı düşünenlerin tepesindeydi devlet. Yasaklı kitaplara sahip olan, devletin dinine inanmayan, devletine itiat etmeyen devletin düşmanıydı. Devletin ise gücünün bir sınırı yoktu. Tüm iletişim ve haberleşme devletin elindeydi. Medyada tek bir doğru vardı. O da en tepede yer alan neye doğru diyorsa oydu. Belirli bir saaten sonra dışarı çıkmak yasaktı çoğu gece. Zaten üretime katkısı olması gereken sabah işine gidip bir tutam “elitin” elinde bulunan ekonomide normal vatandaşın ne işi vardı geç saatlerde dışarda. Gece belirli bir saatten sonra insanlar için televizyonda yoktu. Çünkü televizyon cinselliği de öldürürdü. Sabah işine gidip üretime katkıda bulunacak vatandaş gece de erken yatarak toplumun geleceği için çocuk yapmalıydı(3 tane). Evde de eleştirilemiyordu devlet zira heryer özel oluşturulan sistemlerle dinleniyordu. Tanrının Babil kulesinde yaptığına benzer bir uygulamaydı aslında. Tanrı Babil Kulesi’nin kendine yaklaştığını görünce kuleyi yapmaya çalışanların her birinin konuştuğu dili değiştirmişti. Dik kafalı kulları anlaşamamışlardı ve devam edememişlerdi inşaata. Burda yapılan ise çok benzerdi. Aynı fikirden olanlar direk olarak koparılıyorlardı bulundukları toplumdan. Çünkü aynı dili konuşmaya başlarlarsa devlet ne olacağını çok iyi biliyordu.

Uyanış ve İntikam...

İşte böyle bir dünyada birinin çıkıpta parmağını uzatması ve “Bunlar kötü adamlar” diye bağırması yetmiyordu. Çünkü insanlar, normal insanlar parmağını uzatıp bağıranları düşman diye biliyordu. O yüzden kahramanımızın bir ekibi, onu destekleyen kimsesi olamazdı. Toplumdan ayrılmış çatlak verme ihtimali olan bir grupla başarıya ulaşamazdı, kötüyü yenemezdi. Sistem varolduğu sürece sistemin içinde yeralan herkes onunda düşmanıydı. Ama saldırması gereken düşmanı iyi seçmeliydi ve “doğru bir dille” bunu anlatmalıydı. Gözleri kör olan adalete saldırdı önce. Sonrasında ise tek bir duyuru yaptı. Şanslıysa ilk seferde birkaç kişinin gözü açılacaktı. Sonra yavaş yavaş tüm topluma ulaşacak ve toplumun kendi elleriyle yarattığı canavarları alt edecekti.

5 Kasım 1605...

Alan Moore bu hikayeyi yazarken ilham aldığı yada başlangıç olarak kabul ettiği olay “Gun Powder Treason Plot” olarak geçen Guy Fawkes ve arkadaşı Robert Catesby’nin önderlik ettiği bir suikast girişimidir. 1593’te 23 yaşında Katolik olmayı seçerek İspanyol ordusuna katılan Guy Fawkes, 1604’te İngiltere’ye döndüğünde Protestan olan Kral I. James ve kraliyet ailesinin elit bir aristokrat kesimle birlikte toplumu ezdiklerini görmüş ve arkadaşlarıyla birlikte her sene ekim veya kasım ayında yapılan aristokrasi toplantılarında Parlamento Binasını barut dolu fıçılarla havaya uçurmaya çalışmıştır. Parlamento’da kiraladıkları mahsende barut fıçılarının nöbetini tutan Fawkes kendi grubundan bir arkadaşının parlamentoda çalışan tanıdığına 5 Kasım günü parlamentoya gelmemesini mektupla bildirince kıskıvrak yakalanmıştır. İşkence edilerek suç ortaklarının isimlerini söylemeye zorlanan Guy Fawkes 31 Ocak 1606’da halk önünde asılarak idam edilmiştir. Hersene 5 kasımda İngiltere’de Bonfire Night olarak parlamentonun patlatılamaması kutlanmaktadır. Guy Fawkes ve arkadaşlarının göstedikleri bu cesaret dolu davranış her ne kadar dini unsurlar içersede demokrasi için önemli bir başlangıçtır.

kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Guy_Fawkes

Özgürlüğün Ülkesi...

Her ne kadar 5 Kasım İngilizlerin eğlenerek kutladığı bir gece olsa da bizler 5 Kasım’ın neler dediğini, Alan Moore’un gördüğü karanlık düşün gerçekleşip gerçekleşmediğini sorgulamalıyız. Üzerimizde oluşan ve sırtımızda yükselen korku imparatorluğu “çoğunluğumuzun” kendi eliyle oluşturduğunu farketmeliyiz. Sesini yükselten apar topar alınıyor evinden, farklı olanların ses kayıtları çıkıyor bir yerlerden, internette eleştiri yapanların memuriyetleri yanıyor çıra gibi. Farklı olunmaya izin verilmiyor.

“Remember, remember the Fifth of November,

The Gunpowder Treason and Plot,

I know of no reason

Why the Gunpowder Treason

Should ever be forgot.”

“Hatırla, hatırla

5 kasım gecesini hatırla

Patlamayı, ihaneti ve komployu

Bu ihaneti unutmak için hiçbir sebep göremiyorum “

1 yorum: