Phases of Thought

Phases of Thought
Phases of Thought

17 Ekim 2010 Pazar

Tüketmek üzerine.

Tüketiyoruz.

Her 5 saniyede bir nefesimiz kadar oksijeni , günde 3 kere enerji çin besinleri, uzun yıllar yaşamak için bedenimizi...

Hepsi insan refleks ve güdülerinin yansıması, hiç kimsenin ben nefes almayacağım veya yemek yemeyeceğim diyebilme hakkı yok. Doğa düzeninde tüm taşlar yerli yerine oturmuş rayında. Ta ki zaruri olmayan metaların tüketimine bağlı dünya düzeni kurulana kadar.

Pazarlama dünyasının dayanılmaz hafifliği...

Öyle ki önce kullan atma ile başladık siyah beyaz el ilanlarıda insanoğlunun ihtiyacı olarak gözlerimize aşinalık kazandırılan metalarla. Ürettik evlermize soktuk uzun yıllar kullandık atamadık. Yeni hayatın gereksinimiydi buzdolabı, ampül, telefon ve niceleri; yerlerini çarçabuk aldılar evlerin baş köşelerinde. Zaman geçti herkesin evi ihtiyaçlarını karşılar şeylerle doldu, düz saçı lüle yapma zımbırtısı, ekmek kızartma makinası, portakal sıkacağı ve diğerleri. Zaman geldi artık dediler ki ihtiyaç değil ama biz size yeni ihtiyaçlar tanıtalım, insan kendi kendine şaşırır oldu kendi ihtiyacını kendinden daha iyi bilenler varmış. Ona da eyvallah dedik telefon oldu, cep telefonu, cep telefonu oldu polifonik melodili cep telefonu, polifonik melodili cep telefonu oldu polifonik melodili renkli ekranlı cep telefonu, polifonik melodili renkli erkanlı cep telefonu oldu polifonik melodili renkli erkanlı gprs bağlantılı cep telefonu falan filan...İnsanoğlunun öğrenme becerisi son yıllarda o kadar yükselmişti ki yeni bir şeyin ihtiyacı olduğunu 3 ayda öğrenip ötekisi eskimeden hemen yeni ihtiyacını karşılar olmuştu.

İyi hoş bunlara diyecek laf yok.

Tüm hepsi insanın varolduğundan beri gelişen tüketim alışkanlıkları diyelim, sadece “hafif” yönlendirilmiş. Ama son noktada görünen köy iyice canımı sıkar oldu. Alışkanlıklar davranışları şekillendiriyor. Maddelerin tüketimi artık hayatı hayat yapan öğerlerin de tüketimine musallat oldu. Bu kadar giriş yazısı ise şimdi bahsedeceklerim içindi.

1 Mayıs Cumartesi.

Bizim çocuklar toplanmışız. Kültür sanat elçimiz kuzenim yine faaliyetlerin takibinde. İçki arası diyor ki:

Kuzen 22 Mayıs’ta Süreyya Operası’nda İdil Biret konser verecek. Biletler satışa çıkmış vaktin varsa alır mısın?
Diyorum ki:
Hadi ya ne demek kuzen hemen.
Can sıkıcılık burdan sonra başlıyor.

Bilet fiyatları uygun, konsere talep fena değil. Hep birlikte dinleyelim diye etraftakilere de soruyorum gelmek isteyen var mı? Ne de olsa İdil Biret, 70 yaşında artık ama eserleri yorumlaması klasik müziğin vatanında kabul görmüş Türkiye’nin sayılı sanatçılarından. Biz de aileden aristokrat falan değiliz her gün akşam yemekte şarap içip Schubert dinleyip müzik tekniği üzerine sofistike diyaloglar kurmuyoruz, ama müzik ruhun gıdasıdır, evrensel güzellik her yerde güzeldir diye konsere gidelim diyoruz.

Bir ara tekliflerimden birinde şu cevap geliyor:

Biz İdil Biret’i daha önce de dinledik!

Ne demek bu acaba diyorum, suratlarına bakıyorum, diyalog arası kısa sessizlik, bendeki anlam verememeye bağlı ufak duraksama karşımdakine açıklama gereksinimi uyandırıyor:

Tekrar dinlemeye gerek yok!
Ben “hadi yaa” oluyorum içimden, dışımdaki ses ise sadece “Hımm...” tepkisi verebiliyor. Peki diyorum.

Bu 10 saniyelik enstantane sabah sabah bir anda aklıma geliverdi, kaçıp gitmeden kafamdan bu nüans çalakalem yazıvereyim dedim. Fazla sonuca varmadan durumu ortaya koymak istedim. Tek tespitim o ki artık kültür ve sanat da tüketim alışkanlıklarımızın arasına girmiş. Paylaşım sitelerinde teşhir edilen ülke ziyaretleri veya bir konsere davete bu denli yaklaşımlar...

Bir şehri bir kere gördüyseniz oraya bir daha gitmenize, o kültürü beğendiyseniz tanımaya veya bir sanatçıyı bir kere dinlemişseniz beğenseniz bile onu yorumunu tekrar dinlemeye gerek kalmamış. Sevgiye, beğeniye, özümsemeye, kendi değerlerini tanıma, yaratma, koruma çabasına gerek kalmamış.

1 yorum:

  1. Madem kıralson döktürmüş, hem üşengeçliğim sebebiyle hem de konuyu desteklemesi adına arşivden incilere devam beyler.

    YanıtlaSil