Phases of Thought

Phases of Thought
Phases of Thought

2 Ocak 2011 Pazar

Kilink Yusuf


Yıllardır Marmara Adası’nın Çınarlı Köyü aile tatillerimizin sahil köyü kontenjanından vazgeçilmez adresidir. İstanbul’a yakın olmasına karşın yıllardır teknolojiye direnen bakir yapısı arada artan kat sayıları ile beton binalarla biraz zedelense de köy ahalisinin her yaz birbirlerini ve yazlıkçı dostlarını “nerelerde kaldın ya hu” diye soran gözlerle araması sıcaklığın kaybolmasına fırsat vermemektedir.

Köy ahalisi bazen yabanidir. Özellikle köy çocukları ile her yaz İstanbul’dan gelen kentli ailelerin çocukları arasındaki farklılıklardan dolayı çekişmeler olur; öte yandan denizde yüzüp ağaçlar altında yapılan maçlarda aralarında çok da fark olmadığı da anlaşılır. Özgüveni, kentli veletlerden kat be kat yüksek insanlar olacaklardır. Kavruk tenlerinin altında hayatı içlerinde sindirmiş daha çok sahip olmakla değil daha geniş bir gönül gözüyle hayatı izleyen rutin hayatlarında eskimeyen yüzlerin sahipleridir. Köyün büyükleri de onlardan çok farklı değildir. Hayattan alacaklı olmayan, talepkar olmayan insanlardır. Tek farkları, yazın onların misafirleri olarak karşıladıkları kent göçebelerine karşı ufaklıklarından daha önyargısız yaklaşmalarıdır. Genellikle çekişmeleri kendi içlerinde yaşarlar, misafirlerine karşı ise daima naziklerdir. Yaz kış köyde yaşayanlar olmakla birlikte hayat gailesi çerçevesinde toprağını terk edip kentte şansını deneyen bizler gibi sadece yazın köylerine uğrayanları da kalmıştır. Bugünün konusu olan Kilink Yusuf ise kapılarını dünyaya kapatan cenahtan bizlere arz-ı endam etmektedir.

Kilink Yusuf hayatı fazla ciddiye alanların nezdinde "deli" diye adlandırabileceğimiz kesimdendir. Düzenli bir işi bırak, düzenli bir hayatı bile yoktur öyle ki yemek saatleri acıkmasından ziyade yiyecek bir şey bulabilmesine odaklıdır. İyi hoş, yemekten ziyade kendisi alkolle yaşamaktadır. Her daim kafası güzeldir yani. Senin benim önemsediğimiz hiçbir şey onun için önemli değildir. Anasına kızıp eski ahşap evlerini yakmışlığı bile vardır. Dürtüleriyle yaşar statükoları yoktur. 7 yaşındakilere sevgi 70 yaşındakilere saygı göstermeye çalışmaz. 7’den 70’e herkes anlık dostlarıdır. Hele ki bir dal sigara bir bira ikram edersen can dostu olursun.

Kentli bizler hayatına girip çıkıp göz kırparken ya da köyündeki komşuları toprağını bırakıp giderken, o hep diğerlerinden, köyünün dışında olup bitenden bihaber kalmayı tercih etmiştir. Bildim bileli moda, güzel kadınlar, 3 oda 1 salon ev, kalorifer, kombi, janti bir takım elbise, faturalar, ev eşyaları hayatında ve hayallerinde yer almamıştır. Hakkını yemeyelim bir tek yazları kelini güneşten sakınan bandanasını eksik etmez ama onda da moda aramaz; güneşten rengi atmış bir t-shirt yeter de artar kafasını sarmaya.

Makaradır hayatı. Saracak birini bulur etrafında, sana sardığında meczup der geçersin, ama bir dal marlboronu kulak arkası yaptığında “vay çakal” nidası geçer içinden, küçük hesapların adamıdır vesselam. Hayatı günübirlik yaşar. Bir şişe biraya memleketi de satabilir tıpkı kızıp evini yaktığı gibi.

Kilink Yusuf sahilde: bu pozu verirken ben de yanda kumsala uzanmış dönen geyikleri kesiyordum.

Bizlerin meczup diye hakir gördüğü, sıcak yaz akşamlarının bira eşliğinde mezesi olan bu adam aslında çoğu filozofun, modern hayatın üstümüzdeki negatif etkileri hakkında ahkam kesen bizlerin yapamadığını hayat biçimi haline getirmiştir. Bizi esir alan korkularımız onun hayatında yoktur tıpkı hayallerinde olmadığı gibi. IKEA tasarımcıları gibi çakma minimalist değildir, hayat deneyimleri çerçevesinde belki hiç kimsenin olmadığı kadar kendinin de farkında olmadığı gibi minimalisttir. Makro düzeyde devleti, siyasi otoriteyi karşısına alacak kadar anarşist değildir ama doğanın ona bahşettiği kadar, ancak anasının otoritesine kızıp kendi evini yakacak kadar mikro anarşisttir. Pahalı arabalarda gezip çok kazanıp karılı kızlı alemlerde çatır çatır para ezen televizyonlarda gördüğümüz modern playboylardan değildir ama baktığında bir dal sigaraya bir şişe biraya sefa pezevenkliğinin kitabına yazdıklarını o playboylara da okutturabilecek enginliktedir.

Çoluğunu çocuğunun nafakasını bahane ederek, bilerek, isteyerek özünü, doğasını terkedenlere inat doğanın verdikleriyle yetinir. Üremek soyunu sopunu devam ettirebilmek gibi bir iddası yoktur. Olsaydı da çocuğu da küçük bir “kilink” olurdu herhalde. Oku adam ol çok para kazan demezdi takıl kafana göre derdi.

Velhasıl kelam onun bizim gibi “bağımlılıkları” yok. Onu yaşama tutunmasını sağlayan katıksız yaşama arzusudur. Tüm yapay isteklerden arınmış. İş, para, makam, refah, eş, dost, çoluk, çocuk... Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’da bahsettiği insanlarınki gibi yaşamında herhangi bir “tutamağı” yoktur. O zaman hala kendi yaşam yolunda nasıl devam ettiği benim için cevaplaması en zor sorudur. Yazın yanına gidip sorunca etrafımızdaki “normal insanlar” gibi cevap vereceğini bilsem hiç beklemem sorarım ama en fazla cevap vercem diyip bir biraya beni kafaya almasıyla kalırım, kendisine de o yakışır.

Kilink lakabı nerden geliyor derseniz zamanın önde gelen çizgi roman kahramanlarından “killing” in Türk versiyonu olan “kilink”ten almıştır, iskeletimsi fiziği insanların ona bu lakabı takmasına neden olmuştur. Bana göreyse fotoğraftaki tutumu her şeyi açıklar nitelikte, kilinki ona yakıştırmak yerine ancak yeni bir çizgi roman karakteri yusuftan ilham alabilir.

1 yorum:

  1. Bira ve karışık çerez tadında bir yazı olmuş. Tebrikler.

    YanıtlaSil